Hareketin tasviri anlayışından yola çıkarak ortaya çıkan bu harekete, konstrüktivizmin etkisi büyük olmuştur. Eserleri hareketin kendisiyle değil hareket etkisi yapmasıyla ilgilidir. Kinetik Sanat için özgün etki eserin karşısında hareket eden seyirciden kaynaklanmaktadır. Seyirciler eseri elleyebileceği gibi onu harekette ettirebilir. Geleceğe yönelik tavrı ile fütürizmden de etkilenen bu akım farklı olan hareketi biçimsel bir şekilde değil de bizzat hareketli bir nesne biçiminde ifade etmesidir. 1950 yıllarında gelişim gösteren bu sanat akımı dört tip olarak ele alınır;
1 - Gerçekten hareketli
2 - İzleyicinin hareketiyle hareketlenen
3 - Işık yansıması yapanlar
4 - İzleyenin katılımını gerektirenler
Temsilcileri Naum Gabo, Alexander Calder, Josef Albers 'dir.
5 Haziran 2015 Cuma
MINIMAL ART (MİNİMAL SANAT)
Minimal Sanat, ABC SANATI olarak da bilinir. 1960'lann sonlarında görsel sanatlar ve müzik alanlarında, New York kentinde ortaya çıkan akımdır. Biçimde aşırı sadeliği ve nesnel yaklaşımı savunmuştur. Çağdaş sanatta indirgemeci eğilimler ilk kez Rus ressam Kazimir Maleviç'in beyaz zemin üzerine yerleştirdiği "Siyah Kare" kompozisyonunda ifadesini buldu. Bu eğilimin doruk noktasını oluşturan Minimal Sanat, Amerikan Soyut Dışavurumculuğunun bir kolu olarak 1950'lerde gelişen Hareketli Soyuta tepki olarak ortaya çıktı. Donald Judd, Cari Andre, Dan Flavin, Tony Smith, Anthony Caro, Sol LeWitt, John McCracken, Craig Kaufman, Robert Duran ve Robert Morris gibi minimalist heykelciler "birincil kurgular" (primary structures), Jack Younger-man, Ellsworth Kelly, Frank Stella, Ken-neth Noland, Al Held ve Gene Davis gibi ressamlar da "sert-kenar" (hard-edge) resimleri yaptı. Hareketli Soyutu aşırı kişisel ve hayali bulan minimalistler bir sanat yapıtının yalnızca kendini çağrıştırması gerektiğini savundular. Bu nedenle yapıtlarını görsel olmayan her türlü çağrışımdan arındırmaya çalıştılar. İki boyutluluğu vurgulamak ve tümüyle görsel bir izlenim uyandırmak için sert kenarlar ve basit biçimlerin yanı sıra çizgisel bir anlatım geliştirdiler. Esin kaynaklarını Soyut Dışavurumcu resmin Renk Alanı Resmi kolunun sözcülerinden Barnett Newman ve Ad Rein-hardt'ın donuk ve durgun yapıtlarında buldular.
HARD-EDGE (SERT-KENAR RESMİ)
950'lerin ortalarında üretilmiştir. 1950'lerde soyut dışavurumcu resim tarzı ABD'de popüler olunca, geometrik soyut ressam oluşturulması yapan bazı, daha sonra net bir kenar geometrisi veya şekil, ile uğraşmak için yeni bir stil tanıtımı için çalıştı. Bunlar soyut ekspresyonizm sık kullanılan renkler ve önemi renk kontrast ve renk yüzeyinin düz parça duygusu yerine resmin bir üç boyutlu uzayda, bir ışık-gölge oyunu etkileri terk etti. İlk olarak 1959 Amerikalı eleştirmen J. Langner en zor-kenar sanat adına kullanılan 1960 yılında, eleştirmen L. Ala Wei bu geometri kullanılan daha sanatsal sert kenarlı geometrik soyut sanat nispeten küçük, boyalı yüzeyler pürüzsüz ve bütün resmi saf, bağımsız birimler olduğuna dikkat çekti, vücut ekrana ötesine görünüyor , renk tonu ön ve arka plan arasında hiçbir ayrım içinde de yirmi üç sınırlıdır. Sabit kenar sanat temsilcisi J. Albers B. Newman olarak kabul edilir ﹑ ﹑ benzeri ﹑ K. Nolan A. Reinhardt ve F. Stella ve. Albers bu tarz bir öncüdür. Newman ve Reinhardt geniş renkli ekran boyanmış düz bir yüzey bileşimi ile, soyut ekspresyonizm farklı tarzı ile 1950'lerin ortalarında tanıttı. Newman kırmızı düz ekran ile yatay ve dikey segmentasyon için on iki şeritler boyalı. Reinhardt dikdörtgen ekran kompozisyon, nispeten basit tonu ile seviyorum. Nolan tek bir kombine branda ile sıkıca pigment, doğrudan tuval içine boya renk çalıştım ve sürekli tekrar aynı şekil. Bu resim fırça darbeleri bırakmaz, ekranı pürüzsüz ﹑ şeffaf renk yüzey efektleri üretir. Stella bu bir dikdörtgen veya kare şeklinde tuval, tuval ve çerçeve şekli kullanmak aksine, V şeklinde, daire ve diğer geometrik düzensizlikler bulunmaktadır. Bir rahatlama etkisi üretmek için yansıtırken duvar bütün resmi asılı çerçevesiz tuval kalınlığı,,. Çünkü bu tarz açık kenarları ve konturları ile, çok zor kenar boyama adı olmuştur.
POP-ART
II. Dünya savaşından sonra meydana gelen köklü değişimlerin bir getirisidir. Tüketimi çekici hale getirmek için reklamlar, renkli afişler, hatta resimli dergi ve romanlar kullanılmaya başlanır. Pop Art Sanatı tüketime yardımcı bir reklam aracı olarak doğar, gelişir. Claes Oldenburg bu sanatın öncüsü olmuştur.
20. yüzyılın en sıra dışı sanat hareketi Kübizm ve Pop-Art’tı. Her ikisi de dönemlerinin kabul gören ve gün geçtikçe rutinleşen sanat akımlarına karşı oluşmuş olan isyanın meyveleriydi. Kübizm, ekspresyonistlerin fazla uysal ve teslimiyetçi olduklarını söyleyerek ortaya çıkmış, pop art ise soyut sanatın yapmacıklıktan yıkıldığını iddia ederek patlamıştı. Bu, bazılarına göre ‘popüler' kelimesinin özeti iken, bazıları için patlayan bir şampanyanın çıkardığı sesi ifade ediyordu. Pop art'ın hikayesi 1956'da İngiltere'de başlar; Dönemin çılgın sanatçılarından Richard Hamilton, bilmecemsi, karmaşık, acayip bir kolaj yapar ve adını da “Just what is that makes today's homes so different, so appealing?” koyar. Tablodaki her şey son derece alaycı ve ironiktir; modern dünyayı simgeleyen garip eşyalarla dolu bir salonun ortasında kas yığını olmuş bir adam durmaktadır, elinde muhtemelen halter niyetine taşıdığı dev bir topitop vardır, kanepede ise kafasına abajur geçirmiş bir kadın arka sayfa güzeli sakin sakin hayallere dalmıştır.
O dönem için son derece aykırı bir çalışmadır bu; pek çok insan nefesini tutar ve merakla neler olacağını beklemeye başlar. Beklenen patlama 60'larda Amerika'dan gelir. O günlerde pek popüler olan sadelik kumkuması minimalizm, böyle renkli ve canlı bir akımın karşısında fazla bir şey yapamaz tabii ki, kaderine küsüp kenara çekilir. Pop art'ın tartışmasız lideri Andy Warhol ve Roy Lichtenstein, Claes Oldenbourg, Keith Haring gibi diğer pop art duayenleri, akademik sanatın gelenekleriyle hemen hemen tüm bağları koparırlar ve soyuta da sırtlarını dönerek halka gerçeği olduğu gibi sunarlar. New York dev bir atölyeden farksızdır artık, şehirle birlikte ona bağlı tüm değerler de sanatın içindedir. Araba ilahlaşmış, cinsellik alenileşmiş, konserveler, pizzalar, patlamış mısırlar ikonlaşmış, sinema ise düşler ve yıldızlar üretmeye yarayan mükemmel bir makine olmuştur. Çizgi roman başta olmak üzere, medya ve sinema pop artçılar için önemli bir esin kaynağı haline gelmiştir. Kendini kabul ettiren şey sıradan bir sanat akımı değil, tam anlamıyla bir hayat tarzıdır. Pop art'ın kült ismi Andy Warhol ise New York'ta kurduğu ve “Factory” adını verdiği atölyesinde sade yaratıcılığın sınırlarını aşıp türlü yeniliklere imza atar. Parlak renklerle adeta badana yapılmış Marilyn Monroe, Elvis Presley, Elizabeth Taylor portreleri büyük dalgalanma yaratır, Lou Reed'in adıyla anılan rock grubu Velvet Underground'un ilk albümlerinin kapaklarını tasarlar, Coca Cola şişelerini, Campbell's çorbalarının ve Heinz ketçaplarının kutularını boyar. “Tüketim toplumu” olarak bilinen kavram, Warhol için tükenmek bilmeyen bir esin kaynağıdır, bu oburluğu küçümsemek komik olur, zira bütün bu ‘sanat eserleri' daha sonra koleksiyonlarda, galerilerde ve hatta müzelerde baş tacı edilir.
20. yüzyılın en sıra dışı sanat hareketi Kübizm ve Pop-Art’tı. Her ikisi de dönemlerinin kabul gören ve gün geçtikçe rutinleşen sanat akımlarına karşı oluşmuş olan isyanın meyveleriydi. Kübizm, ekspresyonistlerin fazla uysal ve teslimiyetçi olduklarını söyleyerek ortaya çıkmış, pop art ise soyut sanatın yapmacıklıktan yıkıldığını iddia ederek patlamıştı. Bu, bazılarına göre ‘popüler' kelimesinin özeti iken, bazıları için patlayan bir şampanyanın çıkardığı sesi ifade ediyordu. Pop art'ın hikayesi 1956'da İngiltere'de başlar; Dönemin çılgın sanatçılarından Richard Hamilton, bilmecemsi, karmaşık, acayip bir kolaj yapar ve adını da “Just what is that makes today's homes so different, so appealing?” koyar. Tablodaki her şey son derece alaycı ve ironiktir; modern dünyayı simgeleyen garip eşyalarla dolu bir salonun ortasında kas yığını olmuş bir adam durmaktadır, elinde muhtemelen halter niyetine taşıdığı dev bir topitop vardır, kanepede ise kafasına abajur geçirmiş bir kadın arka sayfa güzeli sakin sakin hayallere dalmıştır.
O dönem için son derece aykırı bir çalışmadır bu; pek çok insan nefesini tutar ve merakla neler olacağını beklemeye başlar. Beklenen patlama 60'larda Amerika'dan gelir. O günlerde pek popüler olan sadelik kumkuması minimalizm, böyle renkli ve canlı bir akımın karşısında fazla bir şey yapamaz tabii ki, kaderine küsüp kenara çekilir. Pop art'ın tartışmasız lideri Andy Warhol ve Roy Lichtenstein, Claes Oldenbourg, Keith Haring gibi diğer pop art duayenleri, akademik sanatın gelenekleriyle hemen hemen tüm bağları koparırlar ve soyuta da sırtlarını dönerek halka gerçeği olduğu gibi sunarlar. New York dev bir atölyeden farksızdır artık, şehirle birlikte ona bağlı tüm değerler de sanatın içindedir. Araba ilahlaşmış, cinsellik alenileşmiş, konserveler, pizzalar, patlamış mısırlar ikonlaşmış, sinema ise düşler ve yıldızlar üretmeye yarayan mükemmel bir makine olmuştur. Çizgi roman başta olmak üzere, medya ve sinema pop artçılar için önemli bir esin kaynağı haline gelmiştir. Kendini kabul ettiren şey sıradan bir sanat akımı değil, tam anlamıyla bir hayat tarzıdır. Pop art'ın kült ismi Andy Warhol ise New York'ta kurduğu ve “Factory” adını verdiği atölyesinde sade yaratıcılığın sınırlarını aşıp türlü yeniliklere imza atar. Parlak renklerle adeta badana yapılmış Marilyn Monroe, Elvis Presley, Elizabeth Taylor portreleri büyük dalgalanma yaratır, Lou Reed'in adıyla anılan rock grubu Velvet Underground'un ilk albümlerinin kapaklarını tasarlar, Coca Cola şişelerini, Campbell's çorbalarının ve Heinz ketçaplarının kutularını boyar. “Tüketim toplumu” olarak bilinen kavram, Warhol için tükenmek bilmeyen bir esin kaynağıdır, bu oburluğu küçümsemek komik olur, zira bütün bu ‘sanat eserleri' daha sonra koleksiyonlarda, galerilerde ve hatta müzelerde baş tacı edilir.
POST PAINTERLY ABSTRACTION
Aksiyon resmi (Jestle soyutlama), resim yüzeyine anında ve dikkatsizce dökülen, damlatılan veya sürülen boya yoluyla fiziksel hareketi vurgulayan bir resim üslubudur. 1940'lar ile 1960'lar arasında yaygınlaşmıştır. Soyut dışavurumculuk ile yakından ilgili olup zaman zaman aynı anlamda da kullanılır. Bir Fransız akımı olan Tachisme ile de yakından ilgilidir.
Harold Rosenberg'in bu terimi 1952'de kullanmaya başlamasıyla soyut dışavurumculuk ile atılan adım ileri götürelerek resim objesi arka plana itilmiş, hareket öne çıkmıştır. Gerçek eserin süreç olduğunun vurgulanması daha sonraları happening'ler, Fluxus, kavramsal sanat ve arazi sanatına temel oluşturmuştur.
Harold Rosenberg'in bu terimi 1952'de kullanmaya başlamasıyla soyut dışavurumculuk ile atılan adım ileri götürelerek resim objesi arka plana itilmiş, hareket öne çıkmıştır. Gerçek eserin süreç olduğunun vurgulanması daha sonraları happening'ler, Fluxus, kavramsal sanat ve arazi sanatına temel oluşturmuştur.
ABSTRE EKSPRESYONIZM (SOYUT DIŞAVURUMCULUK)
Ekspresyonizmin uzantısı olarak 1940 yıllarının sonunda doğan bu akım 1950 yılları içinde gelişmiş olup, 1960 ve 1970 yıllarında etkisini yoğun bir biçimde göstermiştir. Dogmatik olmaktan çok araştırmacı bir tutum sergileyen bu hareketin metafizik sanrılara duyduğu alaka belirgindir. Bilinç ve bilinçsizlik arasındaki karşıtlığa önem vererek derin seviyelere inmeyi hedeflemişlerdir. Zıtlıkların bütünlüğü içinde otomatik yaratıma önem vermesi sürrealist akımlardan aldığı etkilerle bağlantılıdır. Bu akım içindeki sanatçıların ilgi odağı junf felsefesidir. Arketipler ve bunların üretilmesi önem taşır. Soyut bir üretimin egemen olduğu bu akımda doğaçlamaya önem veren sanatçılar iç birikimin tümüyle dışa vurumuna ağırlık vermişlerdir. Derinliği olmayan yeni mekanlarda kurulan sanat eserleri seyirci için ima edilen bir özümseme ortamı yaratmayı hedefleyerek boşluk içinde şartlanmışlıktan onu kurtarmayı hedeflemektedirler. Temsilcileri Jean Dubuffet, Francis Bacon, Arshile Gorky, Willem De Kooning, Franz Kline, Philip Guston'dur.
SURREALIZM (GERÇEKÜSTÜCÜLÜK)
1916'dan bu yana etkisini sürdüren modern sanat akımıdır. Sürrealizmin ilk örnekleri 1500'lü yıllarda Flaman ressam Bosch'un resimlerinde görülür. Sürrealistler, Freud kuramını sanatla birleştiren ve ilk uygulayanlar olmuşlardır. İnsanın bir anlamda anlık ruhsal çelişkileri, karşı çıkmaları ve buna benzer tepkileri sanata yansımış, sonuçta bu akım doğmuştur. Figürler asla var olmayacak düşsel bir ortamda bir kompozisyon içinde sunulur. İlkel toplumların sanatları da sürrealistlerin diğer bir ilgi noktasıdır. Sürrealist ressamlar doğanın mantıki görünüşünü değil, insanın bilinç altında ve rüyalarındaki alemi göstermek istemişlerdir. En güçlü temsilcisi Salvadore Dali'dir.
PITTURA METAFISICA (METAFİZİK RESİM)
Düş ve bilinçaltı patlamalarına dayanan, savaşın getirdiği yalnızlık ve huzursuzluk ortamının etkilerini gerçeküstü bir tutumla yansıtan Metafizik Resim (Fizikötesi Resim), genel anlamda bağlam ve nedenler üzerinde durmaktadır. 1917 yılında bir araya gelen Carlo Carra (1881-1966) ve Giorgio de Chirico (1888-1978) isimli İtalyan ressamlarca başlatılan akım İtalyanca'da Pittura Metafisica ismiyle yer almaktadır.
Metafizik resimlerde genellikle abartılmış bir perspektifle sonsuzluğun ifadesi bulunmaktadır. Boş meydanlar, kentler bazen bir insan figürüyle resmedilirken bazen de kuklayı andıran hareketsiz (cansız kukla ifadesi, yüzsüz) insanlarla resmedilmiştir. Bu tasvirler yalnızlık, sonsuzluk, sınırsızlık duyguları uyandırırken eserlerde soğuk, solgun bir ışık, gri ve kahverengi renkler melankolik bir görünüm vermektedir. Fütürizmin dinamikliğine karşı olarak doğan akım kübist, arkaik (ilkel,primitif) öğeleri resimlerde kullanarak düş dünyasına girmiştir. 1922 yılından itibaren İtalyan sanatında çığır açan Fizikötesi Resim 1920'lerin ortasına kadar yaşamıştır. Giorgio de Chirico 1930'larda daha gerçekçi resimler üzerine yoğunlaşmış fakat metafizik dönemindeki kadar başarılı olamamıştır. 1930'lardan sonra klasik üsluba yöneldiği ve eski üslubunu terk ettiği için eleştirilmiştir. Eserleri kendinden sonraki sürrealist (gerçeküstü) ressamları da etkilemiş ve "büyük öncü" olarak tanınmasını sağlamıştır.
DADAİZM
Dada, Dadaizm veya Dadacılık I. Dünya Savaşı yıllarında başlamış kültürel ve sanatsal bir akımdır. Dada Dünya Savaşının barbarlığına, sanat alanındaki ve gündelik hayattaki entelektüel katılığa ve erotizme bir protesto olmuştur. Mantıksızlık ve var olan sanatsal düzenlerin reddedilmesi Dada'nın ana karakteridir.
Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Tristan Tzara, Jacques Magnifico, Marcel Janco ve Emmy Hennings’in aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih’te Hugo Ball’in açtığı cafede toplandı. Dada bildirisi de burada açıklandı.
Dada isminin nereden geldiği konusunda kesin bilgi olmamakla beraber Fransızca ’da oyuncak tahta at anlamına gelen "Dada" bu kişilerin yarattığı edebi akımın ismi olarak seçildiği yönünde bir görüş vardır.
Bu akım, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Dada’cı yazarlar, kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe Karşı çıkıyor,burjuva değerlerinin tiksinçliğini, pisliğini, iğrençliğini, berbatlığını, rezaletliğini vurguluyorlardı.
Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi 1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupault, Paul Eluard ile Georges Ribemont-Dessaignes’in yazılarının yer aldığı De Litterature(dö Literatür)'dü. Dadacılık 1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar gerçeküstücülüğe(sürrealizm) yöneldi.
Dadaizm akımının yaratıcıları akımın ismini koymakta sözlükten yararlanmışlardır. Rastgele bir sayfa açan ve Fransızca çocuk dilinde tahta at anlamına gelen bu kelimeyle karşılaşan sanatçılar da akıma Dadaizm, Dadacılık adını vermişlerdir. Akımları edebiyatımızla karşılaştırıldığında Cumhuriyet Sonrası Edebiyat Döneminde ortaya çıkan 'Garip' topluluğuyla normları tanımamak, tabuları yıkmak gibi benzerlikler göstermektedir.
Özellikleri
• Akla ve alışılmışa karşı bir ayaklanmaydı.
• Kaza ve rastlantıya dayalı teknikler Gerçeküstücüler ve Soyut dışavurumcular tarafından kullanıldı.
• Sanatçının zihinsel etkinliği yaratılan nesneden önemliydi. (Duchamp).
• Dönemin geçerli estetik değerlerini yıkmaya giriştiler.
• Berlin’de siyasal bir nitelik kazandı.
SENKRONİZM
Amerikalı sanatçı Stanton MacDonald-Wright ve Morgan Russell tarafından 1912 yılında kurulan bir sanat hareketidir. Bu akım ilk olarak müzik ile anılmıştır. Ama bu akımın temel yapısı soyut bir kavram olarak renk teorisine dayandığından, Amerikan sanatında ilk soyut resim çalışmaları arasında yer almıştır. Fazla uzun ömürlü olmamasına rağmen, uluslararası düzeyde tanınan ilk Amerikan avant-garde sanat akımı olmuştur. Tutarlı bir tarz olan Senkronizmin doğasında asıl olarak anlatılmak istenen, diğer hareketler resimlerde temsili görüntüleri açıklarken senkronistik çalışmalar tamamen soyut olduğu ve bunun için diğerlerinden ayrıldığı belirtilmektedir.
Senkronizm renk ölçeklerine dayanır ve ilerleyen ritmik renk tonlarının azaltılması ile kullanılır. Bununla birlikte senkronist akım ele alınan konuyu, atmosferik perspektif tekniğini kullanarak sadece renk ve şekil üzerinde ifade etmekten de kaçınmaktadır. İlk senkronist eserler, o dönemin fovist eserleri ile de benzerlik göstermiştir.
Senkronizme bağlı olan diğer Amerikalı ressamları sayacak olursak; Thomas Hart, Benton, Andrew Dasburg, Patrick Henry Bruce ve Albert Henry gibi sanatçılar bunların başında gelmektedir.
Section d'Or (Altın Oran)
Section d’Or ( Fransızca’da “Altın Oran”) Puteaux Group olarak da bilinir. Ressamlar ve eleştirmenlerden oluşan bir gruptur. Kübizmden türemiş olan Orphism (Fransız şair Guillaume Apollinaire tarafından kullanılmıştır) ile ilişkilendirilmiştir. Orphizm, Kübizm'den doğan 20'nci yüzyıl sanat akımıdır (koyu renkleri ve kontrastları kullanmayı sürdüren, fakat Kübizm'den daha yumuşak bir stilde) 1912’den 1914’e kadar faaliyet göstermişlerdir.1912’de grup ilk sergilerini Paris’teki Galerie la Boétie’de açtı. Ayrıca Section d’Or adını taşıyan kısa ömürlü bir dergi de yayınladılar. 1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla grup aktivitelerine son verdi. Grubun adı ressam Jacques Villon tarafından önerilmiştir. Villon’un matematiksel oranların etkisine karşı olan ilgisi bunda etkili olmuştur. Bu oranlardan birisi de Altın Orandır. Grubun adı Kübist artistlerin geometrik formlara duyduğu ilgiyi temsil eder.
Ana üyeler Robert Delaunay, Marcel Duchamp, Raymond Duchamp-Villon, Albert Gleizes, Juan Gris, Roger de La Fresnaye, Fernand Léger, André Lhote, Louis Marcoussis, Jean Metzinger, Francis Picabia, ve André Dunoyer de Segonzac’tır.
DER BLAUE REITER (MAVİ SÜVARİ)
Aralık 1911'de Münih'te Vassily Kandinsky ve Franz Marc öncülüğünde kurulan ve soyut sanatın gelişmesinde büyük rol oynayan gruptur. Adını Kandinsky'nin bir yapıtından almıştı.Kandinsky ve Marc 1912'de, içinde plastik sanatlara ve müziğe yer verdikleri Der Blaue Reiter (Mavi Süvari) adında bir almanak yayınladılar ve iki sergi düzenlediler. Daha sonra Gabrielle Münter, Alexej Jawlensky, Marianne von Werefkin, Alfred Kubin, Paul Klee,Arnold Schönberg'in de katıldığı Mavi Süvari grubunun bildirgesi, dönemin entelektüel ortamında oldukça yankı uyandırdı. Sanatçılar yeni bir tinsel çağı haber verdiler. Bildirgede on dört ana makale vardı. Bu metinlerde Kandinsky ilk kez sanatçının doğayı kavraması ve saf estetik birliğe yönelmesindeki yegane aracı olarak gördüğü 'içsel gereklilik'ten bahsetti. Der Blaue Reiter'in 1912'de Münchner Galerie Thannhäuser'da yaptıkları sergiden sonra kendilerini uluslararası duyurmayı başardılar. Bunun üzerine Heinrich Campendonk, Robert Delauney ve Lionel Feininger bu guruba katıldılar. Der Blaue Reiter sanatçıları, Die Brücke grubu gibi dışavurumculuğu benimsemekle birlikte, bu eğilimi lirik soyutlama doğrultusunda kullandılar, ayrıca yapıtlarında onlar kadar ortak bir üslupsal anlatım geliştirmediler. Gizemli duygulara biçim verme kaygısıyla sanatlarına yoğun bir tinsel içerik yüklemeyi amaçladılar. Birçoğu Jugendstil'den, kübizm ve gelecekçilik ile naif sanattan etkilendiler.1905'de kurulan Die Brücke (Köprü) adlı ressamlar birliği gibi, Mavi Süvari stili realizm, naturalizm ve izlenimciliğe karşıydı.
FUTURISM (GELECEKÇİLİK)
20.yüzyılın başlarında İtalya'da ortaya çıkmış bir sanat akımıdır. Bu akımın öncüsü İtalyan şair, roman- oyun yazarı ve yayın yönetmeni Filippo Tommaso Marinetti'dir. Marinetti'nin 1909'da Paris'te " Le Figaro" gazetesinde yayımladığı " manifesto futurisita " fütürizmin bildirisidir. Bildiride, "Bizler müzeleri, kütüphaneleri yerle bir edip ahlakçılık bütün yararcı korkaklıklarla savaşacağız." ifadeleri yer almaktadır.
Fütürizm, yaşamdaki sürekli değişimin sanata da yansıması gerektiğini vurgular. O yüzden geçmi-şi bütün sanat kuralları ve anlayışları bir yana bıra¬kılmalıdır. Yaşamın sürekli değişimine, dinamizmine uygun yeni anlatım yolları ve biçimleri bulunmalıdır. Onlara göre, makine ve hız sanatın her alanına sokularak geleceğe yönelmelidir.
İtalyan futuristler, bildirilerinde savaşın dünya sağlığı yönünden gerekliliğini, makineye karşı duydukları hayranlığı, hızın güzelliğini dile getirdi. Mussolini faşizminin peşine takılarak, kadın düşmanlığını yüceltmişler; müzelerin, kütüphanelerin yıkılmasını önermişlerdir. Neredeyse, insanlığın tüm kültür birikimine savaş açmışlardır.
Şiirde serbest nazımı savunmuşlar, ölçü, uyak, nazım biçimi ve geleneksel dilbilgisi kurallarını dışlamışlardır. Rus futuristleri bu düşüncelerin tersine, savaşa karşı olmuşlar, kadın-erkek eşitliğini savunmuşlardır. Makineleşmenin, sanayinin yanında yer almakla birlikte makineyi kullananın, üretici güçlerin toplumsal ve düşünsel olarak destekleyicileri olmuşlardır. Futurizmin Rus Edebiyatındaki Temsilcisi Vitaclimir Mayakovki'dir. Türk Edebiyatında Nazım Hikmet futurizmden etkilenmiştir. Serbest şiiri benimsemesi, kimi şiirlerinde " makineleşme isteğini " dile getirmesi ve Resimli Ay adlı dergide "Putları Yıkıyoruz " adlı dizisinde geleneksel Türk şiiri ve bu şiirin ozanlarına tavır alması, ondaki futurist etkileri açıklar.
Akımının Özellikleri :
- Edebiyatın durgunluktan ve uyuşukluktan kurtulması gerektiğine inanan futüristler, savaş, kavga gibi saldırgan hareketleri içeren konuları ele alırlar.- Evrenin hareketi ve canlılığı, resimde dinamik bir duyurma halinde verilmelidir.
- Hızın, süratin güzelliği vurgulanarak uçaklara, arabalara, trenlere övgüler yağdırılır.
- Eserlerinde mantıklı cümleler kurmayı reddeden fütüristlerin parolası, "sözcüklere özgürlük"tür.
- Şiirde geleneksel kurallar terk edilir. Ölçü ve uyaktan vazgeçilir, şiir yazarken özgürce davranılır. Bu yüzden fütürizmde serbest tarzda yazılan şiirler ön plana çıkar.
- Fütüristlere göre sanat tarihçileri faydasız, hatta zararlıdır; onlara aldırmamak gerekir.
Temsilcileri:
Marinetti
Mayakovski
DİE BRÜCKE
Almanya'da kurulan ve Erich Heckel , Karl Schmidt-Rottluff, Ernst Ludwig Kirchner, Fritz Breyl dörtlüsünden oluşan grup 20. yüzyılın ilk manifestoyu Dışavurumcu akımı olan Die Brücke 'yi kurmuştur. Grubun adı Nietzsche’nin "Hedef değil, köprü olmak gerek. " sözünden harekete konulmuştur ve bir anlamda eski sanat ie yeni sanat arasında köprü olmak çabasındadır.
Die Brücke dönemlerinin resim sanatını altüst etmek istiyordu. Bunun için de "Bütün devrim ve kaynaşma etkenleri"ni (Schmidt Rottluf ) cezbetmeyi ve kendilerini yaratıcılığa zorlayan içgüdüyü doğrudan ve otantik olarak yeniden canlandıran " (Kirchner) herkesi bir araya getirmeyi amaçlıyorlardı. "Dışarının izlenimi yerine, içerinin dışavurumuna yönelmişlerdir. Ayrıca dönemin önde gelen düşünürlerden Nietzche, " Yaratıcı olmak isteyen, önce her şeyi yıkmakla
işe başlamalı,eski değerleri yerle bir etmelidir." gibi düşünceleriyle , özellikle Alman Dışavurumcuları üzerinde yoğun bir etki bırakmıştır.
Die Brücke (Köprü) ressam topluluğu sık sık atölyede toplanırken ( hatta yaşarken) çevreden, günlük yaşamdan ya da doğadan seçtiği konuları içsel durumlarla resmetmiş ve sanatçıların iç dünyasında birikenlerin " dışavurumunu " resme yansıtmıştır. Sanatçıların "kendine özgü" yaklaşımlarına rağmen "biçim bozmacı" bir tavır taşımaları; rengin özellikle simgesel ,duygusal ve dekoratif etkilerinden yararlanmaları; boyanın yoğun dokusallığıyla rengi natüralist bağlamda özgürleştirmeleri; abartılı bir perspektif ve desen anlayışını benimsemişlerdir. Sanat nesnesinin gerçekleştirilme sürecine ve dolayısıyla sanatçının ruh haline dikkat çeken bu özellikler, konudan önce ifadenin algılanmasına neden olur. Sanatçı ile izleyici arasında bir tür ruhsal etkileşimin doğması söz konusudur. Umutsuzluğun hakim olduğu, dramatik yoğunluğun hissedildiği,canlı ve karşıt renklerle izleyiciye hüznü ,kırgınlığı ve belki de kızgınlığı aktarır.
4 Haziran 2015 Perşembe
LES FAUVES (FOVİZM)
Fovizm, 1898-1908 yılları arasında Henri Matisse tarafından Fransa'da geliştirilen bir sanat akımıdır. En önemli özelliği, tüpten çıkmış gibi çiğ ve bağıran renklerin doğrudan kullanımıdır. Matisse, Derain ve Vlaminck'in Paris'te açtıkları bir sergide ilk kez duyulmuştur. 1905 yılında gerçekleşen bu sergi, modern resme birçok katkıda bulunmuştur. Sergiye gelenler daha önce hiç karşılaşmadıkları bir anlatımla karşılaşmışlardır. Tuval üzerine sürülmüş doğrudan renkler, bozuk perspektif gelenleri şaşırtmıştır. Sergide bulunan ünlü eleştirmen Louis Vauxcelles bu gruba "Les fauves" (vahşi hayvanlar) olarak hitap etmiştir. Akım adını buradan alır. Fovizm'de görsellik ön plandadır.
Vincent van Gogh ve Paul Cezanne'dan, Seurat'ın Puantilizm'inden etkilenmişlerdir. Noktalarla boyama stili, yerini; düz motifler halinde özgürce uygulanan, çarpıcı saf renklere, geniş kesik fırça darbelerine bırakmış olsa da renk uyumu merkezli bir akım olmuştur.
Derain'in "Renk için Renk" ideali böylece somutlaşmış, artık bir nesne kendi parlaklığını yaratabilirdi. Akımda ilham kaynağı olan önemli unsurlardan biri, Güney Fransa'daki Collioure şehridir.
EXPRESSİONİSM (DIŞAVURUMCULUK)
Doğanın olduğu gibi temsili yerine, iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat akımıdır. Politik istikrarsızlık ve ekonomik çöküntü ortamında Almanya'da pozitivizm, naturalizm ve empresyonizm akımlarına karşı olarak ortaya çıkmıştır. 19. yüzyıl gerçekçilik ve idealizmine karşıt anti-natüralist öznelliğe sahip bir bakış açısı içerir.Dışavurumculuk daha önceden kullanılmış olsa da dışavurumculuk sıfatı sadece XX. yuzyıl sanat eserlerine verilmektedir. Dışavurumculuk, hayatta var olan çirkinlikleri, güzelmiş gibi gösteren sanat anlayışının, insanları kandırmak olduğunu savunur ve bu durumu kesinlikle reddeder. Dışavurumculuk, hayatta bulunan gerçeklerin sadece güzel yanlarının olmadığını, çirkin taraflarının da var olduğunu ve anlatılması gerekliliğini savunur. Hayatın tozpembe olarak anlatılmasına karşıdır.
Teknikler:
- Bozulmuş çizgiler, şekiller ve abartılı renklerle sanatçının iç dünyası yansıtılır.
- Sivri keskin çizgiler, kırmızı ve tonları öfkeyi, dairesel oluşumlar, mavi ve tonları daha çok
sakinliği vurgular.
- Edward Munch,Kirchner, James Ensor ve Oscar Kokoschka bu akımı takip eden sanatçılardır.
Teknikler:
- Bozulmuş çizgiler, şekiller ve abartılı renklerle sanatçının iç dünyası yansıtılır
- Sivri keskin çizgiler, kırmızı ve tonları öfkeyi, dairesel oluşumlar, mavi ve tonları daha çok sakinliği vurgular
- Edward Munch, Kirchner, James Ensor ve Oscar Kokoschka bu akımı takip eden sanatçılardır
Dışavurumcu mimari:
- 1910 ve 1930 yılları arasında özellikle Almanya'da etkisini gösteren ekspresyonist mimari, bu anlamda da Bauhaus okuluyla paralleklikler taşır.
- 90 derecelik açıyı ortadan kaldırmak temel teknik olarak düşünülür
- İşlevselliği formla bütünleştirme amacı, alışılmamış formların ve yeni malzemelerin kullanılmasıyla ifadeci mimarlık anlayışının kendine özgü dinamiklerini oluşturur
- 1933 yılında nazi yönetiminin Almanya'da başa geçmesinden 5 yıl sonra ekspresyonist sanat yok olmuştur. İkinci dünya savaşından sonra ise brütal bir anlayışla etkinliğini yeniden göstermiştir.
- 1960'larda yapılan Sydney Opera Binası ise, postmodern ifadeciliğin en önemli yapıtları arasında gösterilir.
- Dışavurumculuk, kübist, minimalist ya da fütürist anlayışlarla da özdeşleşerek temel bir sanatsal ifade olarak canlılığını sürdürür.
- Bruno Taut'un 1914de Köln'deki "Werkbund Sergisi" için hazırladığı "Cam Pavyon" ve Erich Mendelsohn'un 1921'de bitirilmiş olan Potsdam'da bulunan "Einstein Kulesi" ve Hans Poelzig'in tiyatro direktoru Max Reinhardt icin hazirladigi Berlin'deki "Grosse Schauspielhaus" tiyatrosu ic dekorasyonu ekspresyonist mimarlığın onemli ornekleri olarak bildirilir
LES NABİS
Fransa' da Académie Julian'da eğitim gören gençler ( post empresyonist ve illüstratörler grubu ) tarafından ortaya çıkmıştır.
- Paul Sérusier tarafından kurulmuştur.
- Art Nouveau ile benzer bir biçimi vardır ve sembolizmi çıkış noktası olarak kabul ederler.
- Bugünkü grafik sanat üzerinde çok kuvvetli etkileri olmuştur.
- Edouard Vuillard, Félix Vallotton ve Pierre Bonnard grubun diğer bir kaç üyesidir.
- Paul Sérusier tarafından kurulmuştur.
- Art Nouveau ile benzer bir biçimi vardır ve sembolizmi çıkış noktası olarak kabul ederler.
- Bugünkü grafik sanat üzerinde çok kuvvetli etkileri olmuştur.
- Edouard Vuillard, Félix Vallotton ve Pierre Bonnard grubun diğer bir kaç üyesidir.
SYMBOLISM (SEMBOLİZM)
Farklı anlamlara gelen ya da farklı ögeleri simgeleyen çeşitli sembollerin kullanımıdır. Simgecilik olarak da adlandırılan sembolizm, hem gerçeği gösteren hem de onun sınırlarını aşma isteğine cevap veren bir sana takımıdır. 1870 yılına doğru Fransa ve Belçika’da Natüralizme ve Parnasse akımına bir tepki olarak ortaya çıktı.Dış dünyanın görüntülerini so¬mut nesnel gerçeklikleriyle değil, bu görüntülerin sezgilerinden, yansıyan nitelikle raktarılır. Sembolistler, duygu ve heyecanları sembolik kelimelerin müziğiyle anlatmaya çalışır. Ayrıca şiiri,açıklayıcı işlevinden ve kalıplaşmış bir hitabetten kurtarmayı, şiirle insanın yaşantısındaki anlık ve geçici duyguları betimlemeyi amaçlarlar. Sembolistler, alışılmamış, yepyeni birtakım taze imge ve düşünceleri anlatmak için de yeni sözcükler türetme yoluna gitmiştir.
Simgeci şiirin başlıca temsilcileri Charles Baudelaire’nin şiir ve görüşlerinden fazlaca etkilenen Fransız Stephane Mallarme, Paul Verlaine, Arthur Rimbaud’dur. Sembolik yazarlar arasında Jules Laforgue, Henry de Regnier, Rene Ghil, Gustave Kahn, Belçikalı Emile Verhaeren, ABD’li Stuart Merrill, Francis Viele Griffin yer alır.
Sembolizmin İlkeleri
- Sembolizmde dış dünyayı sembollerle anlatmak esastır.
- Sembolist şairler, semboller aracılığıyla dış çevrenin insan üzerindeki etkilerini ve izlenimlerini anlatmışlardır.
- Sembolistler, şiirde müzik unsuruna önem verirler, hatta müziği şiirin amacı haline getirirler.
- Şiir, düşüncelere değil, duygulara seslenmelidir; çünkü şiir bir şey anlatmak için yazılmaz.
- Şiirde anlam kapalılığı olmalıdır, buna göre şiirden herkes kendine göre bir yorum çıkarmalıdır.
- Gerçeklerden kaçma, hayale sığınma, çirkinlikleri hayal yardımıyla güzelleştirme, bunlara bağlı olarak ortaya çıkan karamsarlık, sembolizmin en belirgin özelliklerindendir .
- Sembolistler daha çok serbest nazım türleriyle şiir yazmışlardır.
NEO-İMPRESSİONİSM (YENİ İZLENİMCİLİK)
Bu Fransız akımı Georges Seurat tarafından ortaya çıkmıştır.
- Seurat’ın baş yapıtı A Sunday Afternoon on the Island of La Grande Jatte, bu akımın başlangıcına işaret eder.
- Resim kuramı renklerin bölünmesine ve optik karışıma dayandırılmıştır.
- Pointilist tekniği sıklıkla kullanılmıştır
19.yy’da renk teorisinin geliştirilmesi bu stilin gelişmesinde büyük rol oynamıştır.
- Charles Angrand, Georges Lemmen, Henri Edmond Cross bu akımın temsilcilerindendir
Georges Seurat
- Fransız akademik resim geleneğine bağlı Ard İzlenimci ve Pointilist ressam.
- Seurat, izlenimciliğin kurallarına tepki duyanlardandı.
- 1879’da izlenimcilerin dördüncü sergisinden çok etkilendi. Bağımsız olarak çalıştı. İyi bir desenci olduğunu ortaya koyan yapıtlar verdi.
- Noktalama tekniğinin öncüsü Seurat noktaların beynimizde birleşip bütünlük oluşturacağını savunuyordu. Buna rağmen hacimsellik hissi alınamamaktadır.
EMPRESYONİZM (İZLENİMCİLİK)
Doğayı, gerçekte olduğu gibi bütün ayrıntılarına bağlı kalarak değil, ondan edinilen izlenimin ölçüsüne göre anlatan, doğrudan gerçeği, nesneyi değil de,
onun sanatçıda uyandırdığı duyumları veren sanat akımıdır. İzlenimcilik yani empresyonizm
19. yüzyılda Fransa'da ( Paris ) ortaya çıkmış ve bütün sanat dallarını etkilemiştir.
Bu akım içerisinde yer alan sanatçılar, doğayı, çevreyi olduğu gibi değil, dış unsurların
görünüşünü değiştirmeden, kendi izlenimleri yardımıyla olmasını tasarladıkları bir biçimde yansıtmaya çalışmışlardır.
Bu akımın öncüleri Claude Monet ve Camille Pissarro olarak kabul edilir. İzlenimciler,açık
havada yapılan resimlerin, stüdyoda tamamlanmasına karşı çıktılar. "anı yakalamak" fikrinden hareket ederek, kısa sürede yapılmış birer taslak görüntüsü veren tablolar ortaya koydular. Onlara göre sanatçı doğrudan doğruya, gerçeği değik de gördüklerinin kendisinde uyandırdığı duygu ve düşünceleri esas almalıdır. Varlığın gerçekçiliği ve nesnelliği ikinci plana atılarak, kişisel yorum ön plana çıkarılmıştır. İzlenimcilikte, yorumlar ve izlenimler, sanatçıdan sanatçıya değişeceği ve her sanatçı, eserinde kendinde oluşan duyguyu ve izlenimi anlatacağı için, meydana getirilen edebî eser, yazarın veya şairin kişiliğine dair izler taşıyacaktır. 19. yüzyılın ikinci yarısında “Barbizon Okulu”nu oluşturan manzara ressamları da izlenimciler üstünde etkin oldu. Özellikle Daubigniy ve Diaz açık havada çalışan ressamlardır. Corot ve Courbet de doğa karşısında edindiğimiz izlenimlerle arınmış gerçeğe inanan sanatçılar olarak akımın sonucunda etkin oldular.
Resim alanında izlenimciliğin ögeleri, ilk olarak Edouard Manet tarafından ortaya kondu. Manet bir tür parlak ve ışıklı boyama tarzı (peinture claire) geliştirdi. "Papağanlı Kadın" adlı tablosunda iyice belirginleşen bu tarz; koyu gölgelerden ışıklı yerlere doğru hareket eden akademik yaklaşıma taban tabana zıttı. Monet'nin amacı, önce açık tonları boyamak, resim henüz ıslakken de yarım ve koyu tonları uygulayarak yüksek perdeli bir etki yaratmaktı. 1860'ların sonlarına doğru, Renoir ve Monet, renklerin kullanımına yeni bir yaklaşım getirdiler. Nesnelerin renklerini kopya etmekten çok, gördüklerine en yakın rengi yakalamaya çalıştılar. Bunu başarabilmek için de "kırılmış renk" adı verilen yöntemi kullandılar. Nesneleri, renklerini boyaları palet üzerinde karıştırarak yakalamak yerine, uzaktan bakıldığında iç içe geçmiş gibi gözüken küçük renk darbeleriyle boyadılar. Renoir'ın "Moulin de la Galette" (Galette Değirmeni) adlı toblosu, bu yöntemin en iyi örneklerinden biridir. 20.
- Akımın en önemli özelliği bir izlenimin uyardığı duyguların duyulduğu gibi yansıtılmasıdır.
- Anlam kapalıdır.
- Bu akımın yazarı, doğrudan doğruya gördüğü gerçeği değil de, gördüklerinin ve izlediklerinin kendisi üzerinde bıraktığı izlenimi ve duyumu esas alır.
- Daha çok edebiyatta ve resimde gelişmiştir.
- Dış aleme, ondaki varlıklara ve nesnelere karşı ilgisizdirler.
-Edebiyatta, resimde, müzikte okuyucunun, seyircinin, dinleyicinin eserle karşı karşıya gelir gelmez edineceği izlenim bu akımın tatlı, yumuşak, kucaklayıcı, canlı teması olmuştur.
-Empresyonist sanatçının anlattığı dış dünya değil, dış dünyadaki varlıkların hayâle bürünmüş izlenimleridir.
-Empresyonistler, etkici ve duygucudurlar. Zaten empresyon, etki - duygu anlamındadır.
-Empresyonizm, esas olarak ve her şeyden önce özgürlüğün simgesidir, sembolüdür.
- Hayale ve soyut betimlemelere yer verilmiştir.
- Her şey sanatçının duyumuna bağlı olarak anlatılır.
- Objenin kişi üzerindeki izlenimleri önemli olduğu için realizmin karşıtıdır.
-Sanatçılar eserlerinde kendi iç dünyalarını dile getirmişlerdir.
Türk Edebiyatındaki
yüzyıl resim sanatının yolunu açan izlenimcilerin birçok tablosu, birer başyapıt ve ilk "modern"
resimler olarak değerlendirilmektedir. İzlenimcilik akımının resimdeki örnekleri ;
İzlenimciliğin Özellikleri
- Akımın en önemli özelliği bir izlenimin uyardığı duyguların duyulduğu gibi yansıtılmasıdır.
- Anlam kapalıdır.
- Bu akımın yazarı, doğrudan doğruya gördüğü gerçeği değil de, gördüklerinin ve izlediklerinin kendisi üzerinde bıraktığı izlenimi ve duyumu esas alır.
- Daha çok edebiyatta ve resimde gelişmiştir.
- Dış aleme, ondaki varlıklara ve nesnelere karşı ilgisizdirler.
-Edebiyatta, resimde, müzikte okuyucunun, seyircinin, dinleyicinin eserle karşı karşıya gelir gelmez edineceği izlenim bu akımın tatlı, yumuşak, kucaklayıcı, canlı teması olmuştur.
-Empresyonist sanatçının anlattığı dış dünya değil, dış dünyadaki varlıkların hayâle bürünmüş izlenimleridir.
-Empresyonistler, etkici ve duygucudurlar. Zaten empresyon, etki - duygu anlamındadır.
-Empresyonizm, esas olarak ve her şeyden önce özgürlüğün simgesidir, sembolüdür.
- Hayale ve soyut betimlemelere yer verilmiştir.
- Her şey sanatçının duyumuna bağlı olarak anlatılır.
- Objenin kişi üzerindeki izlenimleri önemli olduğu için realizmin karşıtıdır.
-Sanatçılar eserlerinde kendi iç dünyalarını dile getirmişlerdir.
Temsilcileri
Resimde Temsilcileri:
- Auguste
-Renoir
- Claude Monet
- Edouard Manet
- Van Gogh
- Toulouse Leatrec
- Sisley
- Cezanne
- Camille
-Pissarro
Müzikte Temsilcileri
- M.Ravel
-C.Debussy
-J.A.Carpenter
-O.Respighi
-C.T.Griffes
-I.Albéniz
- P.Dukas
Türk Edebiyatındaki
- Ahmet Haşim
- Cenap Şahabettin
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)